Hûş Der Dem

Hûş Der Dem

Manası, her nefes alış verişte uyanık bulunmak, gaflette olmamaktır. Hak yolcusu her nefesini Allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp vermelidir. Bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirmelidir. Çünkü Allah’ın zikri ve itaati içinde geçen her nefesle kul Yüce Allah’a bağlanmış olur ve böyle nefesler diridir, canlıdır, tatlıdır, feyizlidir. Gafletle çıkan ve isyanda harcanan bütün nefesler ölüdür, feyizsizdir, nursuzdur, tatsızdır. Gaflet anında insan Rabbiyle kalbinin bağını kesmiş olur.

Şah-ı Nakşibend (k.s) der ki: “Bizim terbiye yolumuz, nefeslere varana kadar her anını uyanık geçirme üzerine kurulmuştur. Uyanık sufi, iki nefes arasını bile zikirle geçirir.”

Arifler der ki: Bu çok zor bir iştir. Ancak peşine düşenler ve zâtî zikre geçenler, onun mümkün olduğunu anlarlar. Çünkü bu hâli bizzat yaşarlar.

Hak yolcusu, elindeki ânı iyi değerlendirmelidir. Geçmiş zamanın derdi ve geleceğin endişesi ile eldeki ânını zayi etmemelidir. İşin en doğrusu, sık sık istiğfar etmelidir. (I)

Bu konuda Muhammed bin Abdullah el-Hânî şunları söylemiştir:

Akıl sahibine gerektir ki alıp verdiği hiçbir nefesde gaflet etmemelidir. Her an Allah ile olmanın şuuruna ancak böyle erebilir. Ancak, nefeslerini gaflet içinde alıp vermekten muhafaza eden bir kimsenin kalbi Aflah ile huzur halinde olabilir. Nefes alıp verirken kalbin Allah ile huzurda olması demek, nefesleri Allah’a itaatle ihya etmek, Allah’a ibadetle onlara hayat kazandırarak Allah’a ulaştırmaktır. Kalb, Allah ile huzurda iken girip çıkan her nefes canlandırılmış ve Allah’a gönderilmiştir. Gafletle alınıp verilen her bir nefes de öldürülmüş ve Allah’a ulaşmamıştır.

Hûş der-dem, yani her nefes uyanık olmak, her nefesine sahib olmak, zakirin zikir esnasında Allah’dan gafil olmaması demektir. Çünkü zikirden maksad zikrettiğinin mânâsını düşünerek zikredilene ulaşmaktır. Mânâsını düşünürse tecellisine mazhar olur. Bu da ancak nefeslerini gafletle alıp vermekten kurtulmakla olur.

Nefesleri gafletten kurtarmak kalbi huzura erdirir. Huzura eren ise Hak Teâlâ hazretlerinin tecelliyatını her an müşahede eder. Onun tecelliyatı ise mahlûkatın nefesleri sayısıncadır. Nefeslerini gafletten kurtaran kimse artık her an Allah ile beraberdir. Her an O’nun tecellilerini görür.

Gafletten kurtulup her nefes uyanık olmak çok zordur.Bunun için her gaflet hali geldiği zaman derhal istiğfar etmek gerekir. İyi ameller İşlemeğe gayret ederek o gafletin bıraktığı izleri temizlemeğe gayret etmelidir.(IV)

Gavs-ı Sâni (kuddise sırruh) bu usul ile alakalı olarak şunları söylemiştir:

“Gerçek sûfî devamlı zikir halindedir.Böylelerine zâkir denilir.Onlar istese de gaflete düşemez.Biz şimdi nasıl gafletsiz zikrinizi çekin diyorsak onlar da tam tersi olur.Onlaristeseler de gaflete düşemezler.Bütün letaifleri çalışır.”

“Gavsımız diyor ki: Kalp bir çocuk gibidir, kalbe ne öğretirsen o da onu söyler. Yeni dillenen çocuğa nasıl mama, baba demeyi öğretiyorsan kalbe de Allah Allah demeyi öğretmen gerekir.Onun ağzının olduğunu düşüneceksin ve Allah dediğini düşüneceksin, Allah demeye zorlayacaksın. Çok değil üç ay, beş ay sonra kalbin Allah demeye başlayacaktır. Gayret etmek lazım.

Ölüm anında kalp ne söylüyorsa dil onu söyler.Sağlığında bir insanın çocuğuna çok muhabbeti varsa kalbi de devamlı çocuğunu söyler ve ölüm anında akıl başta olmadığı için dili onu söyler.Aynı şekilde karısına muhabbeti varsa karısını söyler. Ancak kalp Allah derse, dil de Allah der. Akıl başta olsa şehadet getirir, tekbir getirir ama akıl başta olmayınca kalp ne söylüyorsa dil onu söyler. Bunu da hayattayken yakalamak lazım…” (II)

Bu usul ile ilgili Reşahhatta geçen açıklama ve Sadatların sözleri şöyledir:

Bunun mânası şudur: Nefes sahibi derinden gelen her bir nefes ânında huzur içinde ve uyanık olmalı, gafletin vücudunu sarmasına fırsat vermemelidir.

Mevlânâ Sa‘deddin-i Kâşgarî bunu şöyle tarif etmiştir:

“Hûş der-dem, bir nefesten diğerine geçerken gafletten uzak olmak, nefesi huzur içinde almak ve her nefeste Allah’tan gafil olmayıp O’nu hatırda tutmaktır.”

Hâce Ubeydullah Taşkendî bu konuda der ki:

“Bu yolda nefesi muhafaza etmek ve buna önem vermek önemlidir. Yani her nefesin huzur ve uyanıklık içinde sarfolunması lâzımdır. Eğer bir kimse nefesini korumazsa, ona filan kimse nefesini yitirmiş, yani yolunu kaybetmiş derler.”

Hâce Bahâeddin Nakşibend hazretleri ise bu esası şu şekilde açıklamıştır:

“Bu yolda işin temeli, nefesi korumak üzerine kurulmuştur. Yani bütün gücü nefesi korumaya yöneltmek ve her nefesi huzur içinde almaya hasretmek gerekir. İçinde bulunduğun ânı en iyi şekilde değerlendirmen, seni, geçmişi hatırlamak ve geleceği düşünmekten uzak tutarak nefesi boşa harcamanı önler. Nefes alıp verirken ve ikisi arasında onu koru ki, nefes gafletle aşağıya gidip yukarıya çıkmasın!”

“Şeyh Ebü’l-Cinân Necmeddin-i Kübrâ Fevâtihu’l-Cemâl adlı risâlesinde bu meseleyi şöyle izah eder: Bu zikir canlıların zaruri olarak alıp verdikleri nefesleriyle alâkalıdır. Zira nefes alınıp verilirken, canlı ister onun farkında olsun, isterse olmasın Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın gaybet-i hüviyyetine işaret olan ‘he’ harfini söylemiş olur. Allah isminde bulunan ‘he’ harfi de bunun aynısıdır. ‘Elif lâm’ takısı, tarif (belirlilik) içindir. ‘Lam’ harfinin şeddeli olması tarifte mübalağa içindir, yoksa ism-i zât hakikatte her nefeste tabii olarak çıkan ‘he’ dir. O ism-i şerifin bulunmadığı hiçbir şey hayatta kalamaz. Öyleyse, akıllı tâlip Hak Teâlâ’dan hiçbir zaman gafil olmamalıdır. Bu uyanıklık öyle olmalı ki, zâkirin bu harf-i şerifi telaffuz ederken daima Cenâb-ı Hakk’ın hüviyetini hatırda tutması gerekir. Nefesin giriş ve çıkışında tâlibin vukufiyeti öyle olmalı ki ‘huzur-ı maallah’ keyfiyetinde herhangi bir gevşeme arız olmamalı ve bu mânayı korumada o derece gayret sarfetmeli ki zahmet olmadan bu nisbet gönlünde yer etmelidir. Hatta zorlasa bile bu nisbeti gönlünden çıkaramamalıdır.” (III)