Halvet Der Encümen

Halvet Der Encümen

Manası, halkın arasında iken Cenab-ı Hakk ile beraber olmaktır. Buna zâhiri halk, bâtını hak ile olmak denir. Hak yolcusunun kalbi ilâhî zikrin tadıyla dopdolu olmalı ve her şeyi zikre vesile etmelidir. Varlıklar kalbe perde yapılmamalı, her şey değerine göre yerine konulmalıdır. Kalp Yüce Rabbini tanıdıktan ve O’nun tecellilerini müşahede ettikten sonra başka hiçbir varlık ile perdelenmez, oyalanmaz, aldanmaz, huzur bulmaz. Zikirle uyanmış ve ilahi nurla cilalanmış bir kalp nereye baksa, kiminle karşılaşsa Yüce Allah’a zikreder. Kalbin bu hâle nasıl ulaştığını İmam Rabbanî (k.s), şöyle belirtir:

“Kalbin Allah’tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması ancak, ehl-i sünnet akidesi üzere hak mezheplerin hükümleriyle amel etmek suretiyle elde edilir. Bu, peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenab-ı Hak ile huzur bulup selîm hâle gelen kalb sahipleri, herhangi bir varlığa nazar ettiklerinde, ilk olarak onları yaratanı hatırlarlar ve eşya ile perdelenmezler. Ne kadar düşünseler, bizzat eşyaya ait bir vücut ve sıfat akıllarına getiremezler. Her şeyde ilâhî tecellileri müşahede ederler. Buna ‘fenâ-i kalbî’ denir. Tarikatta ilk basamak budur ve diğer velayet makamları bunun üzerine gelişir.” [6]

Necmüddin Kübra (k.s) der ki: “İki zikir bir yerde bulunmaz. Devamlı eşyayı zikir ve dert eden kimse Allah’ı gerçek olarak zikredemez. Allah’ın zikrine dalan kimse de kalbini eşya ile meşgul etmez. Hz. Peygamber (s.a.v) devamlı Allahu Teala’yı zikrederdi. Peygamberlerin ve velilerin normal işleri de zikir sayılır. Çünkü, onların bütün davranış ve işleri Hak ile olur, hak ölçülere uyar. Zikirden gaye, kalbin Allah ile huzur bulmasıdır.” [7]

Nakşi yolunun piri Şâh-ı Nakşibend (k.s): “Bizim yolumuzun esası ‘halvet der encümen’dir, der ve ekler:

“Tarikatimizin temeli sohbettir. Halktan uzaklaşmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, cemiyete girip insanlara hizmet etmektedir. Bu da ancak sohbetle güzel olur. Ancak, hizmetle sohbet birbirini takviye etmeli ve tamamlamalıdır.”

Allah dostlarının bu ahlakı Kur’an-ı Hakimde:

“Onlar öyle erlerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoymaz.” [8] ayetiyle anlatılmaktadır. (I)

Bu konuda Muhammed bin Abdullah el-Hânî şunları söylemiştir:

Sûfiyye ıstılahında halvet, sâliklerin ibadet için çekildikleri tenha yer demektir. Encümen ise, insanların toplu bulundukları yer, yahud topluluk manasınadır.

Bu terimin mânâsı şudur: Sâlik halk arasında iken, insanlar içinde iken her an Allah ile beraber olmalıdır. “Herkesle beraber fakat yalnız olmak” sözü bunu anlatır. Bu durumda halvet der- encümen murakabe mânâsına gelir.

Sâlik, insanlarla beraber olmasına rağmen, insanların onun kalbine muttali olmaması lâzımdır. O, Allah ile beraber olmalı fakat bunu etrafına sezdirmemelidir.

Yine sâlik kalb zikrine dalmış bulunmalı, çarşıya girdiği zaman insanların gürültüsünü duymayacak hale gelmelidir. Hakk’ın zikri, kalbin hakikatini istîlâ etmiş olmalıdır.

Bu terimden anlaşılacak bir başka mânâ da şudur: Bu yola giren bir sâlik, öyle bir yere intisab etmiş bulunmalıdır ki, nerede olursa olsun, insanlarla ne muamelede bulunursa bulunsun, Allah’dan gafil olmamalı, daima O’nunla beraber bulunmalıdır.

Halvet İki türlüdür: Birincisi zahirî halvet ki, sâlikin evinde insanlardan ayrı bir yere çekilip orada melekût âlemi, şuhûd âlemi, ceberut âlemine yakınlık kazanmak için oturup meşgul olmasıdır. Çünkü zahirî beş duyu durdurulduğu zaman bâtınî duyular çalışmaya başlarlar.

İkincisi ise bâtınî halvettir ki, bâtının her an Hakk’ı müşahede halinde olmasıdır. İnsanlarla muamelesi onu zahirî mütalaadan ve bâtınî müşahededen alıkoymaz. Hakiki halvet de budur. Cenab-ı Hak:

“Öyle adamlar vardır ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları zikrullahdan alıkoyar.” [9] âyetiyle buna işaret buyurmuştur. Bu halvet, Nakşbendî tarikına mahsusdur. Çünkü onlar, zahirî mânâda bildiğimiz halvete çekilmezler, bir köşeye çekilip cemaatten ayrılmazlar. Onların halveti kendi bâtınlarındadır. İnsanlarla toplu halde bulunurlarken kendi içlerinde halvet halindedirler.

Hâce Bahâüddin Nakşbend Hazretleri, “Tarikimiz sohbettir, hayır beraberliktedir” buyurmuşlardır. Nakşbendî büyüklerinin, halvetin bu türlüsünü tercih etmelerinin sebebi, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ittiba etmek içindir. Çünkü o, insanların içlerine girip onların doğru yolu bulmalarına çalışmayı, bir köşeye çekilmeye tercih etmiştir. Ve buyurmuşlardır ki:

“İnsanların arasına karışıp onların ezasına sabreden mü’min, onların içine karışmayan ve bir köşeye çekilen mü’minden hayırlıdır.”

Şeyh Ebû Said el-Harraz buyuruyor ki:

“Kâmil insan, kendisinden bir sürü kerametler zahir olan kimse değil, bilâkis halk içine girip alışverişini yapan, maişetini kendisi tedarik eden, evlenen, İnsanlarla haşir-neşir olan, bununla beraber bir an Allah’dan gafil olmayan kimsedir.”(IV)

Gavs-ı Sâni (kuddise sırruh) bu usul ile alakalı olarak şunları söylemiştir:

“İnsanın kalbine zikir yerleşince daha durmaz.Çarşıda, pazarda alışveriş yaparken kalp ‘Allah’ der. Siz istemeseniz de çalışır. Nasıl ki mideniz sizin elinizde olmadan gıdaları hazmediyor, siz uyurken bile işine devam ediyorsa, içine zikir yerleşen kalp de öylece zikreder. Bunun sevabını yalnızca Allah bilir.”

Her fırsatta kalbinizi zorlayın. Yatarken, otururken, kahvaltıyı beklerken, dilinizi damağınıza yapıştırın, (ders olarak çektiğiniz virdin haricinde) sayı tutmadan ve dilinizi oynatmadan “Allah” deyin. Kalbinize “Allah” dedirtmeye çalışın. Bir müddet sonra kalp zikre geçer. Fakat biz zikrin çokluğunda değiliz. Biz zikrin huşu ve hudusundayız. Zikir huşu ve huduyla çekilmez, gafletle çekilirse nefse bir şey olmaz.

“Nakşibendîler örtü altına girip zikir çekmekle beraber yerken, içerken, otururken, yürürken, hatta uykularında bile Rabbü’l-âlemîn’i zikrederler, işte gerçek zikir ehli bunlardır.” (II)

Bu usul ile ilgili Reşahhatta geçen açıklama ve Sadatların sözleri şöyledir:

Hâce Bahâeddin Nakşibend hazretlerine, “Sizin tarikatınızın binası hangi temel üzerine oturmaktadır?” diye sordukları zaman, “Halvet der-encümen” cevabını verir.

Halvet der-encümen, zâhirde halk, bâtında Hak Teâlâ ile olmak demektir.

Derûnî âşinâ ol, taşradan bîgâne resmin tut, İçten âşina, dıştan bîgâne ol!

Aceb zîbâ revişdir, âkıl ol dîvâne, resmin tut. Düşün var mı bundan iyi yol?

Allah Teâlâ’nın, “Ticaret ve alışverişin kendilerini Allah’ın zikrinden alıkoymadığı adamlar…”[10] buyruğu bu makama işarettir.

Şah-ı Nakşibend (k.s) bu konuda şöyle buyurur:

“Gönül huzuru, halk ile beraberlikte yalnızlıktan daha fazla gerçekleşir. Bizim yolumuzda bâtınî nisbet ancak bu şekilde ele geçer. Bizim yolumuz sohbettir. Halvette şöhret, şöhrette ise âfet vardır. Hayır cemiyette, cemiyet de sohbettedir. Ancak bu halin gerçekleşmesi sohbetin faydalı olması şartına bağlıdır.” [11]

Hâce Evliyâ-i Kebîr “halvet der-encümen”in nasıl olması gerektiğini şu şekilde izah eder:

“Sâlik zikir ve istiğrakla öyle hemhâl olmalıdır ki, pazara girse dahi, ne bir söz ne de bir ses onun huzurunu bozmalıdır.”

Hâce Ubeydullah Taşkendî ise bu hali şöyle açıklar:

“Eğer kişi gayret ve özenle zikirle meşgul olursa beş-altı günde öyle bir mertebeye erişir ki duyduğu sesler ve halkın konuşmaları ona zikir gibi gelir. Hatta kendi konuşmaları da böyledir. Ancak gayret ve özen olmazsa bu hal gerçekleşmez.”(III)