النقشي و الرفاعي نحافظ على تراثنا
Rabita: Sözlükte “bağlamak” mânasındaki rabt kökünden türeyen ve “iki şeyi
birbirine bağlayan ip; alâka, bağ, münasebet” anlamlarına gelen râbıta
kelimesi tasavvufta sâlikin kâmil bir mürşide gönlünü bağlaması, onun
sûret ve sîretini (hem yüzünü hem ahlâk ve davranışlarını) düşünmesini
ifade eder. Tasavvuf tarihinde önceleri şeyhi sevmek, kalbini ona
bağlamak, bu sayede ondan feyiz almak ve davranışlarını taklit etmek
gibi uygulamalar bulunurken zamanla bunlar şeyhin sûretini düşünme
şeklini almıştır.
Necmeddîn-i Kübrâ (ö. 618/1221) sâlikin
kalbini şeyhe bağlamasının önemini vurgulamış, Şehâbeddin es-Sühreverdî
de (ö. 632/1234) bu konuda, “Müridin şeyhine nazar ederek bütün
dikkatini onda toplaması ve Cenâb-ı Hak’tan şeyhi üzerine gelen
tecellîleri seyre dalması semâda kendi kendine hareket etmesinden daha
hayırlıdır” demiştir. Bu rivayetler, râbıta uygulamasının basit şeklinin
VI (XII) ve VII. (XIII.) yüzyıllarda mevcut olduğunu göstermektedir.
Bahâeddin Nakşibend’in ömrünün son döneminde yaptığı hac yolculuğunda
müridi ve halifesi Muhammed Pârsâ’ya kendisine râbıta etmesini ve
sûretini düşünmesini tavsiye ettiği bilinmektedir. Ya‘kūb-i Çerhî de
müridi Ubeydullah Ahrâr’a Nakşibendî tarikatının âdâbını öğretirken sıra
râbıtaya gelince bu usulü sadece kabiliyetli müridlere anlatmasını
istemiştir. Bu bilgilerden râbıtanın o dönemde seçkin bazı müridlere
tavsiye edildiği anlaşılmaktadır.
Hasan Attâr, tasavvuf yolunda
teveccühün yapılış şeklini anlatırken önce şeyhin sûretini düşünmek
gerektiğini, gelen feyizle hararetin tesiri zuhur edince kalbe teveccüh
edileceğini kaydetmiştir. Abdurrahman-ı Câmî de teveccühü anlatırken
râbıta yapılacak şeyhin müşahede makamına ulaşmış, zâtî tecellîlere
mazhar, görüldüğünde Allah hatıra gelen kâmil bir zat olması gerektiği
üzerinde durmuştur. Kaynaklarda râbıta uygulamasının tasavvufî eğitimin
sadece başlarında gerekli olduğu ifade edilir. Zira kalben Allah’a
yönelebilecek seviyeye gelen mürid için lüzumsuz ve mâsivâ olarak
telakki edilmektedir. Râbıta ile alâkalı bazı rivayetlerde şeyhin
sûretinin düşünüleceği ifade edilmiş, ancak ayrıntılı bilgi
verilmemiştir. Bu konuda ilk ayrıntılı bilgiye Ubeydullah Ahrâr’da
rastlanır. Ona göre râbıtada şeyhin iki kaşının arasını düşünmek
gerekir. Çünkü burası feyiz mahalli olarak telakki edilmektedir.
Sûfîlere göre râbıta kalbi dünyevî düşüncelerden temizlemek ve korumak,
mürşidin ruhaniyetinden feyiz almak ve onun vasıtası ile Allah’ı
hatırlamak, gıyabında mürşidle mânevî beraberlik ve muhabbet tesis etmek
amacıyla icra edilir; bunların en önemlisi muhabbettir. Tasavvufî
anlayışa göre mürid, şeyhinin davranışlarını taklit edebilmek ve onun
mânevî halini kendi üzerine yansıtabilmek için şeyhini sevmelidir. Çünkü
seven kişi sevdiğine benzemek ister. Sevgi ve ülfet şeyh ile mürid
arasında bir vasıtadır. Bu sevginin gücü nisbetinde müride şeyhten
mânevî hal sirayet eder.
XIX. yüzyıla kadar râbıta hakkında
önemli bir eleştiri yapılmamıştır. XIX ve XX. yüzyıllarda Hindistan’da
kendisi de bir Nakşibendî Müceddidî olan Ahmed Şehîd Birîlvî ile Sıddîk
Hasan Han Kannevcî ve İstanbul’da Hâfız Seyyid Hoca başta olmak üzere
bazı kişiler tarafından râbıtaya eleştiriler yöneltilmiştir.
Eleştirenlerin çoğu râbıtayı sadece bid‘at olarak görürken Hâfız Seyyid
Hoca hem bid‘at hem şirk olduğunu ve putperestlik âdetlerine benzediğini
öne sürmüştür. Bu eleştiriler üzerine bilhassa Nakşibendî Hâlidî
mensupları râbıtayı savunmak için eserler kaleme almışlardır.
Eleştirenlerden bazıları râbıtayı bir ibadet olarak algılamış, ibadetin
de ancak Kur’an ve Sünnet’te belirlenebileceğini söylemiştir. Sûfîlere
göre ise râbıta bir ibadet değil şeyh ile mürid arasında sevgi ve feyiz
alışverişine vasıta olacak bir metottur. Râbıtayı eleştirenler
genellikle onu aynı zamanda bir itikad meselesi şeklinde görürken
sûfîler eşini seven bir kişinin gıyabında onu düşünmesi gibi tabii bir
hal olduğunu söylemişlerdir. Bu sebeple bazı sûfîler râbıtayı “şeyhe tam
bir muhabbet” diye tarif etmişler ve râbıtada şeyhin sûretini düşünmek
için özel bir gayrete gerek olmadığını, muhabbetin yeterli olduğunu,
zaten seven kişinin sevdiğini düşüneceğini belirtmişlerdir. Râbıtayı
ayrıntıdan ve kurallardan arındırarak şeyh ile mürid arasında tabii ve
psikolojik bir iletişime dönüştüren bu yaklaşım daha sağlıklı olmasına
rağmen bazı sûfîler dönemin geleneklerine uyarak râbıtanın meşruiyetini
ispat etmek için konuyla ilgisi oldukça az olan âyet ve hadisleri delil
olarak kullanmışlardır. Nakşibendiyye’de râbıtaya özel bir önem
atfedildiği ve onu savunmak için eser yazanların daha ziyade bu tarikata
mensup bulunduğu için râbıta uygulamasının Nakşibendîler’e has olduğu
zannedilmektedir. Halvetiyye, Kādiriyye ve Çiştiyye başta olmak üzere
birçok tarikatta râbıta uygulanmaktadır. Tasavvuftaki “fenâ fi’ş-şeyh”
tabiri de râbıtanın özü olan şeyhi sevmenin bir başka ifadesidir.
BİBLİYOGRAFYA
Necmeddîn-i Kübrâ, Risâle ile’l-hâʾim (nşr. Tevfîk Sübhânî), Tahran
1364, s. 57-62; Şehâbeddin es-Sühreverdî, ʿAvârifü’l-maʿârif, Beyrut
1966, s. 411; Abdurrahman-ı Câmî, Serrişte-i Ṭarîḳ-i Ḫâcegân, Beyazıt
Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3229, vr. 19b-20a;
Hüseyin ed-Devserî, er-Raḥmetü’l-ḫâbiṭa fî ẕikri ismi’ẕ-ẕât ve’r-râbıṭa
(İmâm-ı Rabbânî, el-Mektûbât: ed-Dürerü’l-meknûnâti’n-nefîse [trc. M.
Murâd el-Minzelevî] içinde), Mekke 1316, I, 184-280; Hâlid el-Bağdâdî,
Risâle fî is̱bâti’r-râbıṭa, İstanbul 1284; Muhammed b. Abdullah el-Hânî,
el-Behcetü’s-seniyye, Kahire 1303, s. 42-43, 46-48; Hâfız Seyyid Hoca,
Risâle fî ibtâli’r-râbıta, MÜİF Ktp., Genel, nr. 6941, ek-8, vr. 1b-8a;
Yûsuf Şevkî Trabzonî, Hediyyetü’ẕ-ẕâkirîn ve ḥüccetü’s-sâlikîn, Bulak
1303, s. 4, 10; M. Es‘ad İbnü’s-Sâhib, Nûrü’l-hidâye ve’l-ʿirfân fî
sırri’r-râbıṭa ve’t-teveccüh ve ḫatmi’l-ḫâcegân, Kahire 1311;
Veliyyüddin b. Osman Birgivî, Risâle-i Râbıṭa, Süleymaniye Ktp., Hacı
Mahmud Efendi, nr. 2429, vr. 1b-30a; Abdülhakim
Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe, İstanbul 1342; İbrâhim Hilmî el-Kādirî,
Medâricü’l-ḥaḳīḳa fi’r-râbıṭa ʿinde ehli’ṭ-ṭarîḳa (nşr. Âdil Mahmûd
el-Behiy – Abdüsselâm M. Saîd), İskenderiye 1381/1962, s. 18; Mahmut
Sami Ramazanoğlu, Musâhabe, İstanbul, ts., VI, 151; Butrus Abu-Manneh,
“Khalwa and Râbita in the Khâlidi Suborder”, Naqshbandis (ed. M.
Gaborieau v.dğr.), İstanbul-Paris 1990, s. 289-302; F. Meier, Zwei
Abhandlungen über die Naqšbandiyya, İstanbul 1994, s. 54 vd.; Reşîd
Rızâ, “er-Râbıṭa ʿinde’n-Naḳşbendiyye ve ṭâʿatü’l-mürîd li-şeyḫihî”,
el-Menâr, XI/7 (1326/1908), s. 504-515; XII/2 (1327/1909), s. 102-104;
İrfan Gündüz, “Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta”, MÜİFD, sy. 7-8-9-10
(1989-92), s. 243-274; Rıfat Okudan, “İnsânî Bir İnsiyak Olarak Râbıta”,
Tasavvuf, sy. 10, Ankara 2003, s. 201-218.