Zikirin Faydaları

„Kulun Allah’ı zikretmesi, diğer her şeyden daha büyüktür.“[1]

 „Allah’ı zikir her şeyden daha büyüktür.“ mealindeki âyeti kerime­yi, müfessirler şu manalarla tefsir etmişlerdir:

1- „Kulun Allah’ı zikretmesi, diğer bütün şeylerden daha büyüktür ve daha faziletlidir.“

2- Katâde (r.a) demiştir ki, bunun mânâsı „Allah’ın zikrinden daha faziletli bir şey yoktur.“ demektir.

3- İmam Ferra‘ ve İbni Kuteybe şu manayı vermişlerdir: „Allah’ı zikir, tesbîh ve tehlîldir. Bu da, kötü ve çirkin işlerden alıkoyma bakımından en büyük şeydir.“

4- İmam Vakıdî’nin naklettiğine göre, İbni Abbas (r.a) şu mana ile tefsîr etmiştir: „Allah’ın seni zikretmesi (mükâfatlan­dırması), senin onu zikretmenden daha büyüktür.“

Bu tefsirlerden anlaşılıyor ki, zikrin iki yönü vardır. Birisi kulluk gö­revi bakımından esas olan zikirdir. Kul için, gerçek manada Allah’ı anıp onu yüceltmesinden daha büyük bir fazilet olamaz. Diğeri de, yapılan bu zikir karşısında Allah’ın vereceği mükâfattır ki, bundan daha büyük bir şey olamaz.

Nitekim bir kudsî hadîste şöyle varid olmuştur:

 „Kulum beni, kendi nefsinde zikredince, ben de onu zâtımda zikre­derim (onu, mükâfatlandırırım). Beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu, kendilerinden daha hayırlı olan toplulukta (melekler topluluğun­da) anarım.’’[2]

Zikri emreden birçok âyet ve hadis mevcuttur. Zikrin faydaları, sevabı ve fazileti konusunda bu kadar âyet ve hadisin gelmesi onun mümin için bir hayat sebebi olduğunu gösteriyor. Zikirle kalplerini ihya eden Allah dostları, zikrin nimetlerini ve faydalarını bizzat müşahede ettikleri için onu bütün insanlara şiddetle tavsiye etmişlerdir. Kul kalbi ve dili ile ne kadar zikir çeker ve buna devam ederse o derece ilâhî ikram ve müjdelere ulaşır. Allah dostları iman ve namazdan sonra en fazla zikrin üzerinde durmuşlardır.[3]

Kâinatın Efendisi Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Her hangi bir toplum yalnız Allah rızasını niyet ederek bir arada toplanıp Allah’ı zikrederlerse, gökten bir münadi bağışlanmış olduğunuz halde yerinizden kalkın, doğrusu Allah sizin günahlarınızı sevaba çevirmiştir” diye nida eder.[4]

Yine Resulullah (s.a.v.): “Kıyamet günü Allahu Teâlâ ‘Şimdi mahşer halkı, kerem sahibi kimlerin olduğunu görürler’ buyurur.Bunun üzerine kimlerdir bunlar Ya

Resulullah denilince, Resul-i Ekrem: ‘Mescidteki zikir meclislerinin adamlarıdır’[5]buyurdu.

Bil ki, zikrin fazileti tesbîh, tehlil, tahmîd, tekbîr ve bunların benzerlerine bağlı değildir. Bunun doğrusu, Allah için iş yapan her itaatkâr, Allah Teâlâ hazretlerini zikredicidir. Saîd ibni Cübeyr (Radıyallahu Anh) ve diğer âlimler böyle söylemişlerdir. Atâ (Allah rahmet etsin) şöyle demiştir:

 „Zikir meclisleri (toplantıları), helâl ve haramdan ibarettir: Nasıl sa­tın alırsın, nasıl satarsın, nasıl namaz kılarsın, nasıl oruç tutarsın, nasıl evlenirsin, nasıl boşanırsın, nasıl hac yaparsın ve bunların benzeri şeylerdir.“[6]

Ayrıca zikir, “anmak, hatırlamak, gaflet ve unutma halinde olmamak, namaz kılmak ve dua etmek“ gibi manalara gelir.

Zikrullah her mü’mine farzdır. Hak Teâlâ, Kur’an-ı Kerimde;

“Ey iman edenler! Allahu Teâlâ’yı çok zikredin”[7] buyurur.

Zikrin asıl manası, gönülden masivayı çıkarıp, Mevla’yı sevmektir. Allah Teâlâ’nın dışındaki her şeye masiva denir.  Zikir nefsi ezip, yüce Rabbi yüceltmektir.  Zikir fikrin meyvesidir. Fikirde muhabbetin eseridir. Muhabbet ise Allah vergisidir. Sevgisiz insan yoktur. Her insanın bir şeye muhabbeti vardır. Önemli olanda bu muhabbeti Allah’a yöneltmektir. Bu da zikir ile olur. 

İmam-ı Gazali (ra) şöyle demiştir:

‘’Bir müminin, çarşıyı veya işyerini özlediği kadar, ibadeti ve zikir meclislerini de özlemelidir. Allah’a aşık olan müminlerin eli işte iken kalbi zikirde, aklı ahirette, gözü yeni bir hayır ve hizmettedir. Bir kusur işlerse hemen tevbe etmelidir. Çarşı pazarda tavsiye edilen zikirleri çokça söylemelidir. Gafil kimsenin manen ölü, zikredenin ise diri olduğunu bilmelidir.’’

Muaz bin Cebel, Allah’ın Resulü’nden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: “Allah Resulü’ne sordum: Allah’a hangi amel daha hoş gelir? dedim. “Dilin, Allah’ı anmakla ıslanmış olarak ölmendir” dedi. [8]

Abdullah bin Bısr’dan gelen rivayette adamın biri Resul-i Ekrem’e

“Şer’i hükümler çoğaldı. Bana sıkı sıkıya sarılacağım birini söyle” dedi.

Resul-i Ekrem (s.a.v.): “Dilinden Allah’ın zikrini eksik etme, dilin daima onunla yaş olsun” buyurmuştur.[9]

İmam Şaranî Hazretleri diyor ki: ‘’Burada dilin yaş olmasından maksat, gafil olmamaktır. Çünkü kalp gafil olursa dil kurur ve yaş olmaktan çıkar’’[10]buyurmuştur.

Büyük müfessir İmam Fahreddin Razî, “Siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” [11] ayet-i celileyi tefsir ederken şöyle demiştir:

Yüce Allah bu ayette zikir ile şükrü bir arada anmıştır. Zikir de şükür gibi üç çeşittir. Bunlar, dil, kalb ve beden ile yapılan zikirlerdir. Dil ile zikir, Yüce Allah’ı güzel isimleri ile anmak, Ona hamd etmek, tesbihte bulunmak, Kur’an’ı okumak ve dua etmektir.

Kalb ile zikir de, yüce Allah’ı gönülden anmaktır. Bu bir nevi tefekkürdür.

Beden ile zikir ise, vücudun bütün organlarının Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri ve yasaklarından sakınmaları ile olur. Bu da kişinin kendi vücudunun organlarını Allah’ın yolunda bulundurması ile mümkündür.[1]

Büyük arif İmam-ı Rabbani yüz doksanıncı mektubunda buyuruyorlar ki, “Zikrin faydalı olması ve tesir edebilmesi için şeriate uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve haramlardan ve şüpheli olan şeylerden sakınmak lazımdır. Bunları da ehil olan âlimlerden öğrenerek yapmalıdır.”


[1] Razî, Mefatihu’l-Gayb, 4, 71


[1] Ankebut, 45

[2] İmam-ı Nevevî,El-Ezkar

[3] Aile Saadeti, S. Muhammed Saki Erol

[4] İmam Ahmed, Müsned, 3, 142; Suyutî, el-Havî, li’l-Fetava, 1, 391; Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 2, 163, (Nr: 2187).

[5] Suyutî, el-Havî, li’l-Fetava, 1, 391.

[6] İmam-ı Nevevî, Dualar ve Zikirler

[7] Ahzab 41

[8] Münzirî, Et-Terğib ve’t-Terhib, 2, 395; Hakim, Müstedrek

[9] Tirmizî, Deavat, 4;İbn-i Mace, Edeb, 53, (3793)

[10] Şaranî, Tabakat, 1, 24.

[11] Bakara 2-152