Vukûf-i Zamanî
Manası, yaşanan her anın farkında olmaktır. Hak yolcusu, her anını kontrol etmelidir. O vakit içinde kendisine gereken en hayırlı amelin ne olduğunu bilmeli ve o ameli yapmalıdır. Vakitlerini bir çeşit zikir ile geçirmeye çalışmalıdır.Nefsinin davranışlarını kontrol etmelidir.Eğer yaptıkları hayırlı ve güzel amelse, buna şükretmelidir.Şükür bir zikirdir.Kötü, çirkin ve haram işlere bulaşmışsa hemen tövbe ve istiğfara sarılmalıdır.İstiğfar da bir zikirdir.Geçmişteki noksanlıklarını gidermek için çalışmalıdır.Ayrıca nefes alıp verirken kalbinin durumuna da bakmalıdır.Nefeslerin zikir ve huzur içinde mi yoksa gaflet içinde mi çıktığına dikkat etmelidir.Arifler buna sahv yani manevi uyanıklık hali derler.
Hak yolcusu kendisinin devamlı Yüce Allah’ın nazarı ve kontrolü altında bulunduğunu düşünmelidir. Her an Yüce Allah’a gittiğini, ölüme yaklaştığını bilmelidir. Gafletten uyanmaya çalışmalıdır.Şayet uyanamıyorsa, bir gün mutlaka uyanacağını bilmelidir. (I)
Bu konuda Muhammed bin Abdullah el-Hânî şunları söylemiştir:
Sâlik her gece ve her gündüz işlediği amellerini birer birer muhasebe etmeli, iyi amelleri kendine müyesser kılan Allah’a şükredip daha iyilerini ziyadesiyle beraber temenni etmeli, çirkinleri için tevbe ve istiğfar edip pişman olarak Allah’a dönmeli, şayed uyanamazsa bir gün muhakkak uyanacağını bilmelidir.
Sâlik yakinen bilmelidir ki Cenab-ı Hak O’nun yanında hâzırdır ve dâima onu görmektedir. Kulluk haddini aşmamalı, kendi kulluğunu bilip günahlara karşı her an uyanık bulunmalı, mabuduna ulaşıncaya kadar bu halini bırakmamalıdır. Bu, sâliki yakîne erdirir. (IV)
Gavs-ı Sâni (kuddise sırruh) bu usul ile alakalı olarak şunları söylemiştir:
“Yaptığımız işlerin muhasebesini yapmalıyız.Kendi nefsimizi kandırmayalım.Allah (c.c) kalpleri biliyor.Onun rızası olmayan işte hayır yoktur.Kalbimizi nefis ve şeytana bırakmayalım.Düşman düşmana’ acımaz.
Kalbin gıdası zikirdir.Günahlar ise, şeytanın gıdasıdır.Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse Yüce Allah’ın zikrini çok yapmalıdır. Allah celle celâlühû bir kulunu sevmezse onun ağzına zikrini vermez. Zikir çekmeyen sûfî avamdır.Nakşî listesine sadece zikir çeken sûfîler yazılır.
İnsan zikir çeke çeke öyle bir duruma gelir ki; attığı her adımda Allah aklına gelir, içtiği suda Allah aklına gelir.Her şeyde Allah’ın rızasını aramaya başlar.İşte iman budur.İmanı hakiki zikirde bulursun.Vücut Allah demeye başladı mı artık yatarken, otururken, ayaktayken, konuşurken, her halde Allah’ın razı olup olmadığını düşünürsün. Allah’ı sürekli düşünmek: İşte evliyalık budur.” (II)
Bu usul ile ilgili Reşahhatta geçen Sadatların sözleri şöyledir:
Bahâeddin Nakşibend bu esası şöyle açıklamıştır:
“Sâlikin amelini tam olarak yapabilmesi ve isteklerine ulaşabilmesini sağlayan vukûf-ı zamânî kulun hallerine vâkıf olması, her nefeste halinin şükrü mü yoksa özrü mü gerektirdiğini bilmesidir.”
Mevlânâ Yakub-i Çerhî bu hususta der ki:
“Hâce Bahâeddin Nakşibend, kabz (darlık) halinde istiğfar, bast (genişlik) halinde ise şükrü emretmiştir. O halde bu iki halin gerektirdiği ameli yapmak vukûf-ı zamânîdir. Şah-ı Nakşibend hazretleri yine, sâlikin terbiyesinin vukûf-ı zamânîde saat üzerine bina edildiğini söylemiştir. Bununla da sâlikin halinin düzgün olması için vakitleri koruyup iyi değerlendirmesi gerektiği vurgulanmıştır. Sâlik her nefesinin huzurla mı gafletle mi geçtiğini kontrol etmelidir. Eğer sâlik nefesine sahip ve vâkıf olmazsa bu iki sıfata da vâkıf olamaz.”
Mutasavvıflar vukûf-ı zamânîyi muhasebe yapmak şeklinde tarif etmişlerdir.
Hâce Ubeydullah muhasebe hususunda demiştir ki:
“Her geçen saatimizi kontrol etmeli, gafletle mi yoksa huzurla mı geçirdiğimizin hesabını yapmalıyız. Buna muhasebe denir. Şayet vaktimizi gafletle geçirmişsek, dönüp amel etmeye yeni baştan başlamalıyız.”(III)
(I) Ariler Yolunun Edepleri – S.M.Saki Erol (k.s.a.)
(II) Kelimat-ı Kudsiyye
(III) Reşahat
(IV) Adab – Muhammed bin Abdullah el-Hânî