Hizmetin önemi ve faydası
Yüce Rabbimiz, insanoğlunu yaratılmışların en şereflisi kılmıştır. Akıl, düşünme, konuşma, faydayı zararlıdan ayırabilme gibi kabiliyetler vermiş, nice üstün vasıflarla bedeni ve ruhi varlığımızı donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış, uçsuz bucaksız kâinatı ve içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur.
Kâinattaki hiç bir şeyin boşuna yaratılmadığı, Yüce Rabbimizin Kitabı Mümin’indeki beyanlarından biliyoruz. Zerreden gezegenlere kadar her şeyin bir varlık hikmeti bulunmakta. Ayrıca bir ölçüye ve mizana göre yaratılmış durumda.
Yüce Rabbimiz, kâinatı bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen varlıklarla donatmış ve en mükemmel varlık olan insanoğlunun hizmetine sunmuştur.
Yeryüzü ve içindeki bütün varlıklar, toprak, su, hava, hayvanlar, bitkiler, ay, güneş, yıldızlar, gece ve gündüz… Hülasa her şey Cenab-ı Rabbü’l-Alemin’in yarattığı gaye istikametinde insanlara hizmet veriyor.
Mademki, her şey bir nizam ve intizam içinde hareket ediyor ve yaratılmış her şey insanoğluna hizmet için görevlendirilmiş peki bu âlemde yaratılmışların en şereflisi olma özelliği taşıyan ve her şeyin yaradılış sebebini anlamaya çalışan insanoğlu, kendi varlık sebebi üzerinde niçin düşünmez? Kâinattaki her şeyin bir hizmeti yerine getirdiğini görüyorken, kendinin hangi hizmeti görmesi gerektiğini niçin araştırmaz?
En mükemmel varlık olarak yaratılan, Âlemlerin Rabbi’ne kulluk için seçilen, dahası yeryüzüne O’nun halifesi olarak gönderilen insan, hiç şüphesiz başıboş değildir. Büyük vazifeler ve önemli hizmetler için var edilmiştir. İslam, bütün bu hakikatleri açıklayan ve bunlara göre bir hayat programı sunan yegâne dindir.
Rabbi ile irtibatını sağlam tutmaya çalışan, O’nun dinini hayatının merkezine koyan bir mümin, bu yaradılış gayesini bilen ve kendini ona göre ayarlayan kişidir. Zerreden kürreye kadar bütün mevcudat nasıl boyun eğiyorsa, o da Rabbi’ne boyun eğmiştir, O’na teslim olmuştur. Zaten İslam kelimesinin bir anlamı da budur. Kalbi, kendisinden beklenen ilahi vazifelere hassas ve açıktır. 0nun için hayat, doğum ve ölüm bir zaman diliminden ibaret değil, ebediyetin tarlasıdır. Burada yaptığı her şeyin toprağa atılan tohum mesabesinde olduğunun farkındadır. Ahiret ise hasadını devşireceği yerdir.
Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki, müminin hayatı hizmetten ibarettir. Mümin, evvela güzel kullukla, taat ve ibadetlerle kendi ebedi hayatına hizmet eder. Ayet-i Kerime’de,
“O gün insanlar, yaptıklarının karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük dönecekler. Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükâfatını görecek. Ve kim zerre kadar kötülük yaparsa, o da onun karşılığını görecek.” [1] İlahi fermanı gereği, ahiret yurdunda iyilik ve güzelliklere erişmek için çabalar. O’nun çizdiği emir ve yasaklar dairesini, yani Allah’ın sınırlarını gözetir. Bütün bunları yaparken amellerine güvenmek yerine, Yüce Rabbi’nin rızasını, rahmet ve şefkatini kazanmayı amaçlar. [2]
Mümin bir yandan kendisi için gerekli olan maddi ve manevi hizmeti gerçekleştirirken bir yandan da insanlığa hizmet eder. Resulullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem): “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” [3] buyurarak, insanlara faydalı hizmetlerde bulunmayı önemli tavsiye olarak yer verir. Anne-babanın, evlatların, gerekli hallerde akrabaların ve diğer bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayarak hizmette bulunmak, farzdan müstehaba kadar dini hükümler taşır.
Ebu Kilabe el-Basri (rah.), şu hadiseyi anlatmıştır:
“Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem), yolculuk yaparken ashabını gruplara ayırıyordu. Bir defasında grubun birisi Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) huzuruna gelerek gruptaki bir şahsı şöyle övmeye başladılar:
Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunun gibisini görmedik. Bir yere indiğimizde hemen namaza koşar; durmadan namaz kılar. Hareket edince tek işi Kur’an okumaktır. Bir de devamlı oruç tutuyor.” dediler. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem):
“Ona bunları yapma imkânını kim veriyor. O bunları yaparken ihtiyaçlarını kim görüyor?” diye sordu. Arkadaşları: “Bizler!” diye cevap verdiler. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem), aynı soruyu bir kere daha sordu. Onlar tekrar: “Bizler!” diye cevap verince, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Bu durumda sizin hepiniz ondan daha hayırlısınız buyurdu.” [4]
Ashabın büyüklerinden Muaz b. Cebel (r.a) demiştir ki: ‘’Allah yolunda cihada giden arkadaşlarımın eşyalarını hazırlamam, yüklerini düzeltmem ve bineklerini çekip çevirmem bana on nafile hacdan daha sevimlidir.” [5]
İşte, dinimizin tarif ettiği hizmet vazifesini yerine getirmek için mutlaka maddi zenginlik gerekmiyor. Günümüzde düşülen yaygın yanlışın aksine, her insanın kendi haline göre yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Güler yüzden çocuk terbiyesine, muhtaç birinin ihtiyacını gidermekten güzel komşuluktan yolda mü’minlere rahatsızlık verecek şeyleri temizlemeye kadar geniş bir alan, hizmet çerçevesinin içine girer. Hal ve imkâna göre bu çerçevenin bir yerinde mutlaka yer almak gerekir. Özellikle hayır amaçlı organizasyonlara katkıda bulunarak küçük imkânların büyük hizmetlere vesile olmasını sağlamak, bugün için büyük önem arz eder.
Öyleyse; Hizmet müminin aynasıdır. Hizmet, imanın ve güzel Müslümanlığın ölçüsüdür.
Hizmet, Cenab-ı Hakk’ın ahlakının kulda yansımasıdır. Kul Rahman ve Rahim olan Rabbini tanıdığı ölçüde O’nun kullarına merhametli, faydalı ve yakın olur. Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin tarif buyurduğu gibi, gerçek Müslüman, insanların kendisinden bir zarar görmediği, herkesin ondan rahat ettiği, emin olduğu, fayda gördüğü bir kimsedir. Kendisine güvenilmeyen, insanları sevemeyen ve kimse tarafından da sevilmeyen kimse imanın tadını tadamaz.[6]
Manevi terbiyenin sonu, halktan kaçmak, işten el etek çekmek değil, halkın arasına dönmek ve hizmet etmektir. Tasavvuf terbiyesinin en büyük hedefi insanı herkese rahmet olacak bir kıvama getirmektir. Öyle bir kimseden Cenab-ı Hak da razı olur, bütün yaratılmışlar da razı olur.
Allah dostları, âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin meşrebi üzere hareket etmeyi en büyük gaye edinmişlerdir. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hiçbir ayırım yapmadan bütün insanları muhatap almış ve hepsine rahmet olmuştur. Muhataplarına dost veya düşman diye değil, Allah Teâlâ’nın kulu gözüyle bakmıştır. Yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmamıştır, hiç kimseyi minnet altına sokmamıştır. Onun en büyük sünneti, başkasının yükünü çekmek, ihtiyaçlarını gidermek ve yüzünü güldürmektir.
İşte bütün hayatını Allah için halka hizmete adayanlar ve bununla Allah rızasını arayanlar, Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu meşrep ve mesleğini iyi tanımalıdır. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bütün insanlığı hizmet hedefi göstermiş ve şöyle buyurmuştur: “Bütün halk Allah’ın bir ailesi durumundadır. Bu aile içindeki insanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır.”[7]
Arifler demişlerdir ki: “Bir kimse bütün halkı kendisi için bir âile ferdi gibi görmedikçe gerçek sufi olamaz.”[8]
Nakşibendî yolunun piri Şah-ı Nakşibend (k.s) hazretleri, bu yolun usul ve meşrebini şöyle tarif etmiştir: “Bizim usulümüz, halkın içinde Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın içinde bulunup herkese Allah rızası için hizmet etmektedir.”[9]
Hizmet, Yüce Allah’ın emridir. Allah yolunda mallarınız ve canlarınız ile cihad edin ayeti, hizmet ehline Yüce Allah’ın bir selamıdır. Bunun manası, ey dostlarım benim için yaşayın, bana gelin, benim için can verin demektir.
Hizmet Allah’ın emanetidir. Allah için hizmet eden kimse Yüce Allah’ın himayesindedir. Bu himaye ihlâsa bağlıdır. Niyeti güzel olanın feyzi kesilmez, ameli zayi olmaz. Dost olan, dünya ve ahirette yalnız bırakılmaz. Canını ve malını sevip onu özel himaye altına almak isteyen kimse, onları Allah için Allah yolunda harcamalıdır. Büyük arif İmam Şa’rani (k.s) anlatır:
Mürşidim Ali b. Vefa (k.s) derdi ki: ‘’Müridlerden kim Âlemlerin Rabbinin özel himayesinde olmak istiyorsa, mürşidine sadakatle hizmet etsin, onun emirlerine canla başla koşsun. Yapılmasını işaret ettiği işlerde mürşidine muhalefet etmesin.’’
Bir kimse Ebu’l-Hasen (k.s) hazretlerine gelerek sohbetinde ve hizmetinde bulunmak istediğini söyledi. Ebu’l-Hasen (k.s) hazretleri o kimseye; “Bizim yanımızda sana verebileceğimiz bir vazife yok. Ancak, istersen her gün bir bağ halfa (kandırma) otu getirirsen, hizmette bulunmuş olursun” buyurdu.
O kimse, “Peki” deyip ayrıldı. Her gün orağını alıp gider bir bağ halfa otu getirirdi. Bir zaman sonra usanıp, bu işi terk etti. Rüyasında gördü ki, kıyamet kopmuş ve kendisi ateşe düşmek üzere idi. Ebu’l-Hasen (k.s) hazretlerinin dergâhına getirdiği bir bağ halfanın, ateş ile kendisi arasında set, siper olduğunu gördü. O halfa bağı kendisini ateşten uzaklaştırdı.
Ebu’l-Hasen (k.s) hazretlerine gelip gördüklerini anlattı. Hazret (k.s.); “Biz sana ne dedik? Bizim yanımızda seni ıslah edecek hizmetin, halfa taşımak olduğunu söylemedik mi?” buyurdu. Bunun üzerine o kimse istiğfar etti ve aynı hizmetine devam etti.” [10]-[11]
İbn-i Nüceyd (k.s) demiştir ki: “Allah Teâlâ bir kuluna hayır murad ederse, ona salih ve seçilmiş zatlara hizmet etmeyi, onların istedikleri işleri yapmayı, hayır yollarına girmeyi ve bu hayırları görmeyi nasib eder.”[12]
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri ise şöyle buyurmuştur: ‘’Kim bu vakıfta hizmet eder ise bilsin ki direkt olarak Resulü Erkem’e (s.a.v.) hizmet ediyor.’’
Mürşid, müridin olgunluk seviyesini insanlarla geçimi ve halka hizmeti ile ölçer. Güzel geçim ve hizmet kadar insanın cevherini ortaya koyan hiçbir şey yoktur. İmandan sonra her mümin güzel ahlakı ile ölçülür. Güzel ahlak, Yüce Allah’ın ve halkın haklarını güzel korumaktan ibarettir. Bununla herkesin niyeti, kabiliyeti, aklı, ilmi ve ulaştığı terbiye seviyesi belli olur.
Abdurrahman-ı Tâhî (k.s) hazretleri şöyle buyurur: “Nisbet (manevi feyiz ve yardım) hizmete göredir. Hizmetteki ilahi rahmet hiçbir şeyde yoktur. Nakşibendî tarikatında rahmete sebep olacak her türlü amel ve hizmet vardır. İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır. Sadece zikirle yetinmek olmaz. Mal ve can ile Allah yolunda cihat ve gayret etmek gerekir.” [13]
İnsanın Allah rızası için yaptığı bütün ameller, gayretler, harcamalar hizmetin içine girer. Bunun için hizmetteki edepleri bilmemiz ve korumamız gerekmektedir.
Hizmetin temeli ve ruhu ihlâstır. İçinde ihlâs olmayan hiçbir iş ibadet olmaz, kulu Allah’a yaklaştırmaz. Allah için yapılan hiçbir işe küçük denmez. Allah rızası için mescitten atılan bir çöp bile hayırdır, hizmettir, Yüce Allah’a hürmettir. İnsan bir hayır yaparken ne yaptığından çok, onu kim için yaptığına bakmalıdır.
Hizmeti kullanıp içimizdeki nefsanî hisleri tatmin etmek, insanların rağbetini çekmek, özel çıkarlar sağlamak, baş olma hevesine kapılmak, hizmet edip hürmet beklemek doğru değildir.
Hizmette sınır olmaz, yer ve insan seçilmez, cemaat ve millet taassubuna düşülmez. Allah Teâlâ’nın can verdiği bütün mahlûkat hizmette hedeftir. Mümine hizmet gerektiği gibi, mümin olmayan, inkâr içinde koşan, haramlara bulaşan insan da hizmete muhtaçtır, ilgiye layıktır. Hizmet, karşımızdakinin ihtiyacını gidermektir.
Günahkâr bir insanı tövbeye davet etmek, cahile bilmediğini öğretmek, zalimin zulmünü önlemek, gafile Allah Teâlâ’nın zikrini sevdirmek, inkâra düşeni insafla ikna etmek ve İslam’ın güzelliği ile buluşturmak birer hizmet çeşididir. Bize verilen maddi-manevi her türlü nimet ile hizmet olur.
Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) der ki: “Ben bu yolun feyzini tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi de hizmet yolundan götürdüler. Ben hizmette insan ayırımı yapmadım, hayır umduğum herkese hizmet ettim. Heri’deyken sabahları hamama gider ve Müslümanlara hamamda hizmet ederdim. Hizmette iyi veya kötü, beyaz veya siyah, kuvvetli veya zayıf ayırımı yapmadan herkese hizmet ederdim. Hizmetime karşılık olarak kimse bana bir ücret vermesin diye, işimi bitirir bitirmez hemen hamamdan uzaklaşırdım.”[14]
Hasan-ı Basrî (rh.a) demiştir ki: “Bir müslümanın ihtiyacını gidermek, benim için bin rekât nafile namaz kılmaktan iyidir.”
Abdullah b. Mübarek (k.s.) ise şöyle diyordu: “Din kardeşimin bir ihtiyacını görmem, bir sene nafile ibadet etmemden daha önemlidir.” [15]
Bir hadis-i şerifte “Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını karşılayan kişi, hac ve umre yapan kişi gibi karşılık alır” [16] buyrulmuştur. [17]
Hizmette ben yoktur, biz vardır. Benlik birlik için feda edilmelidir ki güzel geçim olsun. Hizmetteki kardeşlerimiz ile doğruyu bulmak için konuşuruz, tartışırız, araştırırız, fakat sonuçta bir noktada anlaşırız. Katiyen fitne ve ayrılığa kapı açamayız. Birbirimize nefis için kızıp küsülü duramayız. Özellikle başımızdaki idareciler ile farklı düşündüğümüz durumlarda ya onları bizim tercih ettiğimiz doğruya ikna etmeliyiz, ya da onların tercih ettiği doğruya ikna olmalıyız. Aksi tavır ve davranışlar ile hizmeti aksatma hakkımız yoktur. Şu örneği iyi düşünelim.
İmam Zühri (rah) nakleder:
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Şam tarafına Kelb ve Ğassan kabileleri üzerine göndermek üzere iki grup asker hazırladı. Birisinin başına Ebu Ubeyde b Cerrah’ı (r.a), diğerinin başına da Amr b. As’ı (r.a) kumandan yaptı. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer (r.a) Ebu Ubeyde’nin kumandasındaki grupta bulunuyorlardı. Hareket edecekleri sırada Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Ebu Ubeyde ile Amr’ı saadetli huzuruna çağırdı ve:
-Siz ikiniz sakın birbirinize karşı gelmeyin! diye tembihatta bulundu. Yola çıkıldı. Medine’den ayrıldıklarında, Ebu Ubeyde (r.a), Amr b. As’ı (r.a) bir kenara çekti ve:
-Biliyorsun Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bana ve sana: “birbirinize karşı gelmeyin!” diye tembihatta bulundu. Öyleyse ya sen bana uyacaksın, ya da ben sana uyacağım” dedi. Amr b. As:
-Sen bana uy, idare bende olsun! dedi. Ebu Ubeyde: Tamam, ben sana uyacağım, dedi ve Amr b. As iki ordunun da kumandanlığını üstlendi. Bu durum Hz. Ömer’in hoşuna gitmedi. Ebu Ubeyde’ye:
-Sen Nâbiğa’nın oğlu Amr’a mı uyuyorsun? Onu kendine, Ebu Bekir’e ve bizim üzerimize kumandan mı yapıyorsun? diye söylendi. Ebu Ubeyde (r.a):
-Canım kardeşim! Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bana ve ona: “birbirinize karşı gelmeyin!” diye tembihatta bulundu. Ona itaat etmeseydim Rasulullah’a (sallallâhü aleyhi ve sellem) asi olurdum, halk işin içine karışırdı. Fitneden korktum. Vallahi ben Medine’ye dönünceye kadar ona tabi olacağım, dedi. [18]
Hizmette en önemli fedakârlık işte böyle olur. Hizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. Hizmet ayağa kalksın diye gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için tevazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce Allah sever. Bu şeref de ona yeter.
Gavsı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuşlar: ‘’Biz malımızı canımızı, mülkümüzü, elbisemizi sofilerin ayakları altına atmışız. Bu tarikatı aliyenin gayesi hizmettir.’’
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, hizmet için yola çıkan kimsede şu niyet ve ahlakların bulunmasını gerekli görmüştür:
1-Allah rızası için yola çıkmak.
2-Başındaki imama ve başkana itaat etmek.
3-Sevdiği malından Allah rızası için kardeşlerine infak ve ikram etmek.
4-Beraber olduğu arkadaşlarıyla iyi geçinmek, onlara yumuşak davranmak.
5-Fitne ve fesattan çekinmek.
Kim böyle yaparsa onun bütün uykusu ve uyanıklığı hayır olur kendisine sevap getirir. Kim de övünmek, kendini sevdirmek ve gösteriş için yola çıkar, başındaki imamın sözünü dinlemez, insanların arasını açar ve yeryüzünde fesat yayarsa onun elde edeceği hiç bir hayır yoktur.” [19]
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri buna binaen olsa gerek; ‘’Hizmete çıkmış kişi eve dönünceye kadar zikir halindedir’’ buyurmuştur. Tabi ki de bu edeblere riayet ederse.
Şeyh Sâdî de, şu nasihatlerde bulunur: „Hizmetteki fazilet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatte gördüğün zaman, şükrane olmak üzere, zayıfların yükünü çekmektir. Muhabbetle dolan kalb, affedici olur. Eğer sen, yalnız kuru bir suretten ibaret olursan öldüğün zaman cismin gibi isminle de ölürsün. Eğer kerem sahibi ve ehl-i hizmet olursan, ömrün, cesedinden sonra da fedakârlığın ve gönüllere girdiğin kadarıyla devam eder. Görmez misin ki, Kerh’de birçok türbe var. Fakat Mâruf-i Kerhî’nin türbesinden daha mâruf ve ziyaretçisi bol olanı yoktur.“[20]
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri de: ‘’İnsanlar gelip geçer fakat hizmet kalır’’ buyurmuşlardır.
Hizmet ehli hayra doymaz, yaptıklarım bana yeter diye düşünüp kendisini kenara çekemez. Her hizmetin sonunda sanki bir kusur işlemiş gibi üzülürler, Allah’tan kusurlarının affını isterler, devamlı günahlarına istiğfar ederler. Hiç kimse benim yaptıklarım bana yeter, başka hayır ve sevaba ihtiyacım yok diye düşünemez. Şu hadiseden ibret alınmalıdır:
Bedir harbinde Ashab-ı Kiramın yeterli bineği yoktu. Üç kişi bir deveye nöbetleşe binerek gidiyorlardı. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin de özel bineği olmadığı için, bir deveye Hz. Ali ve Hz. Ebu Lubabe ile nöbetleşe biniyordu.
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) kendi sırasında deveye bir müddet bindi, sıra diğerlerine geldi. Onlar:
“Siz bininiz ey Allah’ın Rasülü, biz yürüyelim.” Dediler.
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem):
“Ben Allah’ın vereceği sevaba sizden daha az muhtaç değilim; siz de yürümek için benden daha kuvvetli değilsiniz. Herkes sırasıyla binecek ve yürüyecek“ [21] buyurdu.
Bir hac ziyareti sırasında Gavs-ı Sani (k.s) hazretleri oturmuşlar ve rahlelerin üzerinde Kuran okuyorlar.
O esnada Kuran okumak için gelen hacı adaylarına da bir yandan kendi taraflarında olan rahlelerden bir bir veriyorlar ve aynı zamanda da Kuran okumaya devam ediyorlar. Bu hali gören hizmetlilerden biri Mübarek sıkıntı çekmesin niyeti ile
Kurban siz zahmet etmeyin rahleleri biz dağıtırız, diyor.
Mübarek tebessüm ederek bakıyor…
Neden benin hizmetime mani oluyorsunuz? Biz ümmet-i Muhammed’e Allah için hizmet ediyoruz hadi siz gidin kendinize bir hizmet bulun. Hizmetimize mani olmayın diyor.’’
İmam-ı Rabbani (k.s.) şöyle der: ‘’Allah Teala, bir kimseyi hayırlı işlerde kullanırsa, ona müjdeler olsun!.’’[22]
Allah yolunda çekilen çilelerin karşılığı cennet ve ilahi rızadır. Hizmet esnasında önümüze çıkan zorluklar, daha fazla sabır gösterip sevap kazanmamız içindir. Kolay elde edilen şeyler kalıcı olmaz. Hak yolunda koşan bir insanın en büyük hizmeti kendisinedir. Hizmetteki ilk fayda hizmet edene aittir. Bunun için Allah rızası için yola çıkan bir kimse, bu yolda bütün çileleri baştan kabul etmelidir.
Seyyid Mübarek Elhüseynî şöyle demiştir: ‘’Ben insanlara faydalı olamazsam bunun ızdırabını çekerim’’
Halkın çilesini çekmek bütün peygamberlerin en başta gelen sünnetidir. Onlar, Allah rızası için hayatları boyunca halkın içinde olmuşlar, dertleri ile dertlenmişler, onların zahmet ve yükünü çekmişlerdir. Peygamberlerin sultanı Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, yeri Arş-ı A’la ve cennet iken yeryüzündeki insanların arasında zahmet çekmeyi tercih etmişti. Onun insanlar tarafından yerli yersiz rahatsız edildiği gören amcası Abbas (r.a) bir gün Efendimizin huzuruna gelip:
Ya Rasulellah! Görüyorum ki şu insanlar size çok eziyet veriyorlar, çıkardıkları tozlar zat-ı alinizi rahatsız ediyor. Kendinize yüksekçe özel bir yer yaptırsanız da onlarla oradan konuşsanız! diye üzüntüsünü dile getirdi. Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in cevabı şu oldu:
-Hayır! Allah beni içlerinden alıp huzuruna kavuşturana kadar onların arasında duracağım. Varsın ökçelerime bassınlar, elbiselerimi çeksinler, bir şey olmaz.“ [23]
Gavsi Sani (k.s) “Bu hizmet esnasında, her türlü sitem, sıkıntı ve suçlama olacaktır. Ama siz bütün bunlara karşı sevdiğinizin hatırı için sabredin, sabredenlerden olun’’ buyurmuştur.
Bir insanın nefsini ıslah etmesinden daha büyük bir hizmet yoktur. Çünkü nefsi ıslah, kalbi ihya, ahlakı güzel olan bir insan hem kendisine, hem çevresine hayır verir, rahmet olur. Bütün dünya, böyle bir insana muhtaçtır. Yüce Allah bütün dünyayı bu şerefli insanın o büyük hizmetini görmesi için yaratmıştır. Yüce Allah’ın boyası ile boyanıp Allah adamı olmayan kimse, kâinata bir yüktür. Kalbi Allah Allah diye atmayan ve Yüce Allah’ını tanımayan kimse ölüdür. En büyük ve en güzel hizmet işte bu ölü kalbi diriltmektir. Her şeyin yok olacağı ve hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde insana fayda verecek sadece bu kalptir. Buna kalb-i selim denir. Kalbe bu hizmeti vermeyen ve insanı edeplendiremeyen bütün hizmetler, sonuçta hezimettir.
bn-i Hafif (k.s) demiştir ki: “Nefsin kırılması Allah Teâlâ’nın dinine hizmet etmek ile olur.” [24]
Seyyid Mübarek Elhüseynî ise şöyle demiştir: ‘’Sadat’lar üç şeye çok önem verir; Kalp, nefs ve kemalat. Kalbin ilacı zikir, nefsin ilacı hizmet, kemalatı elde etmenin yolu sık sık ise mürşid ziyaretidir.’’
Hizmetin hedefi binaları değil, insanı süslemektir. Güzelleşmesi gereken ahlakımızdır. Allah Teâlâ bütün ibadetleri kendisini zikir için emretmiştir. Her ibadet ve hizmetten sonra kalbimize yönelip kendimizi kontrol etmeliyiz. Bu ibadetin ve hizmetin içinde iken kalbim ne kadar Allah’ı zikretti, ne derece gafletten uyandı ve hangi kusurlarını anlayıp istiğfar etti diye düşünmelidir.
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri buyurdular ki: ‘’Sofilik üç şeydir; Birincisi zikretmektir. İkincisi hizmet etmektir. Üçüncüsü ise nefsinin üzerine bassalar dahi sukut etmektir.’’
Terbiye olmuş insanın aldığı edep, düzen, temizlik, sadelik ve kibarlık bütün işlerine yansır. Onun kalbi gibi dili de temizdir. Niyeti gibi işi de doğrudur. İçi gibi dışı da edepli ve sevimlidir. Namazı gibi alış verişi de ilahi ölçülere uyar. Onun Yüce Allah ile hukuku ve edebi güzel olduğu gibi, anne babası, ailesi, komşuları, iş çevresi ve diğer bütün cemiyet ile de her işi güzeldir.
Zikri çoğaldığı halde ahlakı güzelleşmeyen, bir mürşide gidip geldiği halde tevazu ve edebi artmayan, devamlı nafile namaz ve oruçla meşgul olduğu halde kalbi genişlemeyen; eli hayır için açılmayan, merhameti çoğalmayan, mümin kardeşlerini vücudunun bir parçası gibi görmeyen kimse niyetini bir kere daha kontrol etmelidir. Çünkü bütün bu hayırların hedefi, insanı güzel ahlaka ulaştırmaktır.
Yahya bin Muaz er-Razî (k.s) demiştir ki: “Allah Teâlâ’nın dinine, Onun kullarına hizmet etmekten zevk duyan bir kimsenin hizmetinde bulunmaktan, bütün mahlûklar zevk alırlar.”
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretlerinin dediği gibi: ‘’Hizmet edene hizmet edilir çünkü hizmet nimettir’’
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri yine buyurdular ki: “İnsanlara hizmet ve iyilik etmek isteyen kimse, kendi nefsini ıslah etsin yeter. Nefsini ıslah etmeyen kimse, insanlara gerçek faydayı veremez. Sâdatlar, nefislerini ıslah edip istikamet üzere gittiklerinden, insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olmaktadırlar.”[25]
Allah Teâlâ bizleri O hakiki hizmet erlerinin hatırına, büyüklere ve onların muradı doğrultusunda ümmeti Muhammed’e hizmet etmekten ayırmasın. Âmin.
[1] Zilzal suresi ayet-6-8
[2] S. Muhammed Saki Elhüseynî, Hayat Dengemiz,151-152-153 (İstenildiği şekilde kısaltılarak alınmıştır)
[3] Ebu Ya’la, el-Müsned, VI,65;Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, VIII,191;Beyhaki, Şuabu’l-İman, no:7658;Suyuti, Camiu’s-Sağîr, no:4044
[4] İbnu’n-Nahhas, Meşariul-Eşvak, I, 315; İbn Mübarek, Kitabu’l-Cihad, II, 180
[5] Ebu Davud, Edeb, 60; Tirmizi, Hudud, 3; Birr, 19
[6] Buhari, İman,4-5;Müslim,İman,64-65;Ebu Davud,Cihad,2;Ahmed,Müsned,II,400
[7] Ebu Ya’la, Müsned, No: 3302; Bezzar, Müsned, No: 1949 İbnu Hacer, el-Metalib, No: 897. Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, VIII, 191
[8] Sülemî, Adâbu’s-Sûfiyye, 276. (Dokuz risale içinde)
[9] Ahmed Sıddıkî, Şah-ı Nakşibend, 107. (Semerkand, 2001)
[10] Yafiî, Neşru’l-Mehasin, 68.
[11] Hizmet Sohbeti, Hüseyin Okur
[12] Şaranî, Tabakat, 1, 120; İbn-i Mulakın, Tabakatu’l-Evliya, 108.
[13] Abdurrahman-ı Tahî, İşaretler, 188.
[14] Safi, Raşahat, 263-264 (Sadeleştiren: N. Fazıl Kısakürek)
[15] İbn-i Cevzî, Sıfatu’s-Safve, 2, 375.
[16] Suyûtî
[17] Semerkand Dergisi, Kürşad Salih Yaman, Hizmet Şuuruna Dair, 130. Sayı
[18] Kahdehlevi, Hayatu’s-Sahabe, II, 305
[19] Ebu Davud, Cihad, 24; Nesai, Cihad, 46
[20] Osman Nuri Topbaş, Zirvelerin Ulvi Basamağı Hizmet I,II
[21] Hakim, Müstedrek, II, 91
[22] İmam Rabbani, Mektubat, 1, 214. Mek.
[23] Darimi, Mukaddime, 14; Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, III, 335. (Beyrut, 1999)
[24] Ebu Nuaym, Hilye, 10, 386.
[25] Arifler Yolunun Edebleri, S. Muhammed Saki Elhüseynî