Yâd Daşt

Yâd Daşt

Manası, anmak, hiç unutmamak, devamlı zikretmektir. Hak yolcusu her an ve mekanda zevk yoluyla Cenab-ı Hakk ile beraber olmalıdır. İlâhî huzur ve neşeden hiç ayrılmamalıdır. Bütün eşyada ilâhî tecellileri müşahede ile kalbini uyanık tutmalıdır.

Gavs-ı Sâni Hz.leri (k.s) buyurdular ki: “Yüce Allah’ı zikre devam ediniz. Zikir çekerken uyanık olunuz. Allah zikrini kalbinizin içine yerleştiriniz. Zikir kalbe yerleşince, siz istemeseniz de kalp Yüce Allah’ı zikreder. Midenizi düşünün; o, siz istemeseniz de kendi işini görür. Siz uyurken bile işine devam eder. İçine zikir yerleşen kalp de böyledir.” (I)

Bu konuda Muhammed bin Abdullah el-Hânî şunları söylemiştir:

Zâkir, nefy ü isbat zikrini yaparken nefesini habsederek zikredilen ile huzura vardırmalıdır. Sâlik her nerede olursa olsun kalbi her an Allah ile huzur halinde bulunmalıdır. Bu bakımdan yâd-dâşt terimi murakabe ile aynı manaya gelir. Bunun bir başka mânâsı, kalbi, zât tecellisini müşahedeye her an uyanık tutmaktır.

Zikirden hâsıl olan huzur, murakabe, sohbet ve rabıta, yâd-dâşt terimiyle aynı mânâya gelir. Bundan hareket ederek diyebiliriz ki huzur, Zât-ı Ehadiyetin nurlarını müşahede etmektir. Bunun için keyfiyyeti değişiktir. Çeşitli şekillerde zuhur eder. Onu havvasdan başkası bilmez. (IV)

İmârn-ı Râbbânî (kuddise sırruh) derki:

Yâd dâşt ancak cezbe ve sülük makamlarının tamamlanmasından sonra meydana gelir. Ve onun üstünlüğü kimseye gizli değildir. Bu makamda, en kâmil anlamıyla fena gerçekleşir. (İleri mertebede olmakla birlikte henüz daha) yolda olanlar, bu tarikat-ı âliyyede “sonda yaşanacak olanı başlangıca yerleştirme” hükmünün gereği olarak işin sonunu hissedebilir. Fakat yoldan dönmek mümkündür. (Hakiki ve tam fenaya ermiş) ikinci bekâ sahibi kimseler ise, vuslata ermiş bir müntehidir. Vuslata erenin geri dönmesi olmaz. Onun için büyüklerden Zünnûn-i Mısrîşöyle der: “Geri dönenler, yalnızca yoldayken dönenlerdir. Kavuşanlar geri dönmez.”

Nakşibendî şeyhlerinin büyüklerinin zatî huzuru sürekli olup, onların nezdinde gelip geçici ve gaybet haliyle değişen huzur halinin bir kıymeti yoktur. Bu sebeple Nakşibendî büyüklerinin kemali ve onların nisbeti bütün kemallerin ve nisbetlerin üstündedir. Nitekim bu büyükler, “Bizim nisbetimiz bütün nisbetlerin üstündedir” demişlerdir. Burada “nisbet” ile sürekli zatî huzuru kastetmişlerdir. (II)

Bu usul ile ilgili Reşahhatta geçen açıklama ve Sadatların sözleri şöyledir:

Hak Sübhânehû ve Teâlâ’yı daima hatırda tutmak demektir. Bundan önceki esaslar bu halin gerçekleşmesini sağlamak içindir. Zevk ve vecd ehlinden bazıları bunu huzur-ı bî-gaybet[29] şeklinde tarif etmişlerdir. Hakikat ehline göre ise bu, Hakk’ın şühûdunun istilâ ettiği bir müşahededir. Yâddâşt, Cenâb-ı Hakk’ın zâtî sevgisinin gönüle yerleşmesiyle oluşur.

Hâce Ubeydullah Taşkendî yukarıda belirtilen son dört esası şöyle açıklamıştır:

“Yâdkerd, zikirde güçlüğe katlanmaktır. Bâzgeşt kelime-i tayyibeyi her söyleyişten sonra gönülden ‘ilâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî (Allahım, amacım sensin ve isteğim senin rızânı kazanmaktır) cümlesini ilâve ederek Hak Teâlâ’ya dönmektir. Nigâhdâşt dil ile söylemeksizin bu dönüşü muhafaza etmektir. Yâddâşt ise nigâhdâştı pekiştirmektir.”(III)

(I) Ariler Yolunun Edepleri – S.M.Saki Erol (k.s.a.)

(II) Kelimat-ı Kudsiyye

(III) Reşahat

(IV) Adab – Muhammed bin Abdullah el-Hânî

——————————————————————————–

[1] Sayıyı takip etmek zihni ve gönülü toplu tutar. Bundan dolayı kalbe havâtır üşüşmez.

[2] (Buhârî, İman, 39)

[3] Sâffât 37/99.

[4] Sâffâtsûresi/99

[5] (Buhârî, Tevhid, 50).

[6] İmam Rabbanî, I, 278. Mektup.

[7] Necmüddin Kübra, Tasavvufî Hayat, 58

[8] Nûr 24/37

[9] (Nur sûresi / 37)

[10] Nûr suresi ayet-37.

[11] Buradaki sohbet tabiri geniş kapsamlıdır. Sohbeti yaygın kullanımıyla sadece bir mecliste toplanıp muhabbet etmekle sınırlamak eksik bir tanımlama olur. Onu müminlerin hayır temeli üzerine oturan her türlü birlikteliği şeklinde tarif etmek daha doğru olsa gerektir. Ayrıca bu eserde sıkça kullanılan bu kavramla mürşidin hizmetinde seyrü sülûkü tamamlamak, mürşidle birliktelik de kastedilmektedir.

[12] Kehf sûresi / 24

[13] Gönlü toplu, daima Hak’la birlikte olan.

[14] Eşyanın mahiyet ve hakikatini kavrama gücü.

[15] Kelime-i tevhidin “lâ ilâhe” kısmı.

[16] Kelime-i tevhidin “illallah” kısmı.

[17] Fussılet suresi ayet-53.

[18] Gönül dostları, gönlünü asıl sahibine açan ve mâsivâyı oraya sokmayan, muhabbetullah ile gerçek dinginliğe eren kimseler, Allah dostları, evliyaullah…

[19] İnsan bedeninin özüne işaret edilmektedir.

[20] İnsanın hakikatine işaret edilmektedir.

[21] Tirmizî, Zühd, 14; İbn Mâce, Zühd, 3

[22] Buhârî, İman, 41

[23] Kelime-i tevhidin (lâ ilâhe illallah…) bir diğer ismi.

[24] Sâlikin amellerinin amacını belirten cümle olup, “Ey Allahım, amacım sensin, isteğim ise senin rızândır” anlamına gelir.

[25] Allah’ın rızâsı dışındaki her şey.

[26] Allah sevgisinin dışındaki bütün sevgiler.

[27] Eksiksiz, katışıksız benimsemek, kabul etmek, samimi olmak.

[28] Allah’ın dışındaki her şey.

[29] Kaybolmayan, sürekli huzur.